Ömrünün sonbaharını yaşayan Hacı Mahmut Efendi, artık vakti geldiğini hissediyordu. Yıllarını çalışarak geçirmiş, bağlar, bahçeler, tarlalar edinmiş; çocuklarına helal lokma yedirmiş bir Anadolu babasıydı. Şimdi ise, ömür sermayesinin son demlerinde, ardında ne bırakacağını düşünmeye başlamıştı.
Bir sabah, üç oğlunu yanına çağırdı. Duvarda asılı duran saatin tiktakları arasında derin bir sessizlik hakimdi. Herkes babanın ne söyleyeceğini merak ediyordu. Mahmut Efendi bastonunu yere hafifçe vurdu, yüzüne ciddiyetle bakarak sordu:
“Evlatlarım... Ben göçtükten sonra, sizlere kalan mallarla benim için ne yapacaksınız?”
Büyük oğlu Ali hemen atıldı:
“Babacığım, senin adına bir okul yaptıracağım. Yanına da kocaman bir çeşme… Adını yazdıracağım mermerine. Her su içen, her okuyan sana dua edecek.”
Ortanca oğlu Veli gülümsedi, babasına saygıyla baktı:
“Ben de güzel bir misafirhane yaptıracağım. Yolcular gelip konaklasınlar. Bir de uzak köyleri birleştirecek yollar yaptıracağım. Üzerinden geçen her araba sana dua edecek.”
Küçük oğlu Mustafa sustu. Gözlerini yere dikmiş, bir şey söylemiyordu. Mahmut Efendi merakla döndü ona:
“Ya sen Mustafa? Sen ne yapacaksın benim için?”
Mustafa başını kaldırdı, sessizce ama kararlılıkla konuştu:
“Hiçbir şey…”
Odada bir uğultu oldu. İki ağabeyi kaşlarını çattı. Mahmut Efendi şaşırdı, yüzünü buruşturdu:
“Hiçbir şey mi? Neden evladım? Abilerin neler neler yapacak benim için.”
Mustafa, babasının ellerini tuttu. Yorgun, nasırlı, ama hâlâ sıcak ellerini...
“Çünkü,” dedi, “şu an bu mal mülk senin. Sen göçtükten sonra bunlar bizim olacak. Sen hayattayken kendi malınla kendin için bir şey yapmıyorken, ben benim olan mal ile neden senin için bir şey yapayım? Mal senin elindeyken yaptığın her hayır, hem senin niyetinle olur hem de gerçek olur. Sen göçtükten sonra biz bir şey yaparsak, o bizim malımızla olur, sevabı da bizim hanemize yazılır. Belki adını anarız, ama senin gönlünden geçeni biz tam bilemeyiz.
Mahmut Efendi derin bir iç çekti. Gözlerinden iki damla yaş süzüldü. Sessizce başını salladı. Küçük oğluna sarıldı. O an anlamıştı: Gerçek miras, ardında bıraktığın mal değil; yaşarken ellerinle kurduğun iyilikti.